Bu bir okul, bir düş kırıklığı, sönen bir balon hikâyesidir.
2018 yazında üç yıllık okul öncesi eğitimini tamamlayan kızım için okul araştırması, karar verme süreci aşamasındaydık. Çok da detaya girmeden üç özel okul ziyaretinden sonra mahallemizdeki devlet okulunda, adını sıkça ve övgülerle duyduğumuz bir öğretmenin sınıfında olması beklentisiyle, karar kıldık ve ön kaydını yaptırdık.
O günlerde parktaki bir yürüyüş sırasında bizim niyet ettiğimiz okuldan çocukları mezun olmuş iki komşu ile konu açıldı. Onlar da orta okula başlayacak çocukları için araştırma yapmışlar ve "Biz Enstitü Koleji'ne yazdıracağız, sen de bak istersen. Yeni açılacak olan bir okul." dediler. O esnada hiç üzerinde durmadımsa da eve gelince internette bir arama yaptım ve bilgi edinmek için form doldurdum. Ertesi gün aranmam, randevulaşıp okula gitmemiz ve eşimin de bir görüşme yapıp olumlu bakması sonrası kaydını bu okula yaptırdık. Seri ve hızlı ilerleyen bir süreç oldu.
Yeni açılacak, hatta yeni açılmış bir okul benim için düşünmeyeceğim seçeneklerdi oysa. Gel gör ki, Köy Enstitülerinden ilham aldığı vurgusuyla yola çıkmaları beni can evimden vurdu. Eğitim felsefesine baktığımda etkileyici başka şeyler de vardı (hangi okulun yok ki gerçi. Broşürler, tanıtımlar en fiyakalı sözlerle dolu. Fakat genelde içleri boş çıkıyor. Ama bunu o zaman henüz deneyimlememiştik.)
Okul açıldı. Açılış töreni sosyal medya hesabından canlı yayınlanıyor. O heyecanı, duygu yoğunluğunu kaç yıl geçti unutmadım. Ruhi Su Dostlar Korosu tarafından bestelenmiş okul marşı canlı söyleniyor, tüylerim diken diken. Hâlâ durur kayıt şurada ve ben zaman zaman boğazım düğümlenerek izlerim.
Okulun sanatçı tasarımıyla düzenlenmiş müthiş bir kütüphanesi var. Duvarları Ağrı Dağı Efsanesi' nden sayfalarla dekore edilmiş. Aşağıdaki fotoğraf o kütüphanede büyük öğrencilerin bizim miniklere kitap okuma etkinliğinden bir anı. (Ah, ne sevdiğim şeyler.)
Sunay Akın küratörlüğünde yapılmış bir okul müzesi bile açıldı okulun girişine.(Kendisine bu okulla ilgili kırgınlığı olan epeyce veliyiz bu arada.) Rüya gibi. Çocuklar her gün bir müzenin içinden geçiyorlar.
Yaz tatilinde internette karşıma çıkan bazı can sıkıcı okul haberleri üzerine veli arkadaşlarla konuyu görüşüyor ve bir takım krizler yaşandığını öğreniyorum. Sevgili öğretmenimiz, sorulara nasıl cevap vereceğini bilemediğini, okul yönetiminden bilgi almamızın daha doğru olduğunu söylüyor. O yaz tatili zor geçiyor bizim için ve Eylül'de ikinci sınıfa başlıyor kızım. Sanırım bu zamanlar, öğretmenlerin meğer aylardır maaş alamadıklarını, bugün yarın diye aylarca oyalandıklarını, epeyce öğretmenin de bu nedenle okuldan ayrıldığını öğreniyoruz büyük, çok büyük üzüntüyle.
Artık olayların, mağduriyetlerin basında da yer alması ile okulda kurucu ile toplantı talep ediliyor. Bir çok veli toplantıya katılarak durumun ne olduğu konusunda net bir açıklama talep ediyor. Kurucu Özgür Boza, mali bir kriz içinde olduklarını kabul ederek, çözüm için büyük gayret sarf ettiklerini, mutlaka sonuca ulaşacaklarını, "asla okulu kapamayacağını" beyan ediyor ve destek talebinde bulunuyor yine.
Öyle güzel bir topluluktuk ki, hemen herkes anlayışla karşıladı. Yeter ki okul batmasın, kapanmasın (önceki yıl kapanan bir okuldan gelenler de vardı ve yeniden bu travmayı yaşamak istemiyorlardı haliyle) diye çözüm arayışına ortak olundu. Gelecek yılın ücretinden düşmek üzere nakit desteği, hatta komple kayıt ücreti yatırmak gibi hamleler yapıldı.
Ne yazık ki öğretmenler kasım ayında halen doğru dürüst geçmiş maaşlarını bile alamadılar. İstanbul koşullarında bunu kim ne kadar tolere edebilirdi ki? Evini kapatıp ailesinin yanına göçen öğretmenler duyduk içimiz acıyarak. Biraz desteği olan kimi öğretmenler (şükürler olsun bizim öğretmenimiz de dahil) çok çok zorlanarak sınıflarını bırakmadan son güne kadar direndi. Fakat okulda eksik öğretmen kadrosu yüzünden boş dersler vs. düzen iyice bozuldu.
İlk ara tatilde e-posta ile o haber geldi: Okulu kapatıyoruz! Öyle zor, öyle yıpratıcı ve üzücü oldu ki çocuk, veli, personel, hepimiz için. Okuldaki eşyalarını almaya gittiğimiz, perişan haldeki malzeme odasını gördüğümüz o günü de unutamam.
İlk yılında 650 öğrenci alabilmiş, bu kadar büyük bir yatırımla açılmış güzelim okulun kapısına kilit vuruldu ve öylece kalakaldık.
Kızım, apar topar yazdırdığımız yeni okuluna çok mutsuz başladı. Aylarca "Enstitü Koleji'nin koridorları çok genişti, yemekleri çok güzeldi... '' gibi kıyaslamalar yaptı. Hatırladıkça içimiz burkuldu.
Benim, üzerinden geçen üç yıla karşın hâlâ içim burkulur. 650×3 desek öğrencisi ve veli sayısı, öğretmeni, diğer personeli ile binlerce kişi için maddi ve manevî yıpranma, büyük hayal kırıklığı oldu. Aylarca emek emek döşenen o koca bina, hayalet gibi duruyor kaç yıldır Kayışdağı Caddesi üzerinde. Ben önünden uzun süre geçmek istemedim, yine istemem. Oysa ki çok farklı olabilirdi her şey.
Her şeye karşın, Irmak'ın eğitim öğretim yaşamına bu okulda başlamasından pişmanlık duymuyorum. Üzüntü, kızgınlık, hayıflanma evet ama pişmanlık yok. İç çekerek hatırlayacağız. Keşke Köy Enstitüleri adı böyle üzücü bir durumla anılmak zorunda kalmasaydı.
Not: Bu yazıyı çok önceden yazmaya başlayıp yazmadan öylece bırakmıştım. Sanırım biraz daha zamana ihtiyaç duydum. Başka bir yazı için açtığımda, taslak duruyordu ve tamamlamak istedim.
#EnstitüKoleji #ÖzgürBozaOkulları #ÖzgürBoza #özelokul #Ataşehir