31 Temmuz 2012 Salı

DOĞU KARADENİZ'DE 1400 KİLOMETRE

7 Temmuz 2012 sabahı Trabzon'a uçup, havalimanından kiraladığımız araba ile gezimiz başladı. Trabzon-Rize yolunda Serender'de kahvaltı edip Rize'ye devam ettik. Rize Kalesi ve Ziraat'e şöyle bir bakıp, biraz soluklanıp indik aşağıya. Çayın yanında limon alabilir miyim diye sorduğum çay bahçesi garsonu "bizde limon yok. Sadece çay!" diye yanıtladı :)
Rize'de Gülsün'ün önerdiği Pokut Yaylası'na gitme niyetindeydik ancak kime sorsak "arabanız ne?..... o arabayla çıkamazsınız" yanıtını alınca mecburen asfalt yolu ve bol pansiyonu olan, hayli de kalabalık haliyle bize dudak büktüren Ayder'e çıktık. Haftasonu olmasının da etkisiyle piknikçiler, mangalcılar heryerdeydi ve araç park etmek bile çok zordu. Zafran Otel'i beğenip orda kalmaya karar verdik. Yamaçtaki otele çantalarımız Karadenizli'nin hayatını kurtaran makara sistemiyle çalışan tellerle çekildi. Pansiyon çokluğu ve kalabalığa rağmen güzeldi Ayder. Karşımızda yemyeşil dağ ve zirvesinden süzülen sular, horon tepen insanlar, tulum sesi, yürüyüş parkuru...
Ertesi sabah Artvin Hopa'ya kısaca uğrayıp (çünkü uzun zaman geçirecek yeri yok), Borçka'da pazar günü olması sebebiyle tek açık dükkandan dönerimizi yiyip (meşhur dedi Özgür) Macahel Yaylası'na doğru sürdük arabayı. Son anda aradığımız Tema Konukevinde (işte burası)o gecelik yer vardı bereket. Macahel'e çıkmak zordu. Arabada sürekli sarsılmak, "şurdan bi yuvarlansak" diye düşünerek korkmak bir buçuk saatten fazla. Şoförümüz Gök, işi iyi biliyor neyse ki.
Macahel'e vardığımızda öğleden sonraydı. Tema Vakfının konukevi gerçekten çok güzel bir konaklam yeri. Etraf yemyeşil ve çok güzel. Dünyanın sayılı biyosfer alanlarından biriymiş burası.
Camili köyünün tarihi ahşap camisine bakıp çevreyi dolaştık biraz. Akşama gelen bir turla Macahel belgeseli ve Tema'nın burdaki takdire değer arıcılık projesini izledik seminer salonunda. Bahsedilen şelale, filmde de oldukça güzel görünüyordu. Sabah şelaleye gitmeye karar verdik ve tur arabasının -iyi ki- peşine takıldık. Aksi takdirde bulmak hiç kolay olmazdı. 45 dk. arabayla, içimiz dışımıza çıkarak, bir o kadar da ormanın içinden yürüyerek grupla bütünleşmiş halde şelaleye vardık. Yukarıdan görülen şelaleye inmek çok kolay olmayacaktı belli ki. Benim de artık durmam gerekiyordu. Irmak'ımızı şelaleyle daha yakından tanıştırmak isterdim ama uzaktan izlemek ikimiz için de daha iyi olacaktı belli ki :) Efendiim, Gök tabii ki şelaleye girdi, epeyce kaldı suda. Girmek isteyen herkese yine centilmence yardımını etti. Dönüşe geçtik. Bu macera resmen üç saattten fazla zamanımızı aldı. Tur rehberinden karakovanla ilgili bilgiler edindik, gruptaki çocuk cerrahından da üniversite hastanelerinin devlet hastaneleri ile birleştirilerek hükümetin güdümüne sokulduğunu! Sonra otostopla İstanbul'dan buralara gelen Ali ve Kerem'le tanıştık, sohbet ettik. Onlar Macahel'de bir ev pansiyonunda kaldıklarını, çok güzel yemekler yiyip çok iyi vakit geçirdiklerini söylediler.
Sonraki durağımız Karagöl'dü. Karagöl güzeldi, doğasına dokunulmamıştı. Çadırcı ve piknikçiler vardı yalnızca. Buradan Trabzon Uzungöl'e hareket ettik. Vardığımızda akşam 19.30 olmuş, yol yapmaktan çok sıkılmış durumdaydık. Aksi takdirde bir Arap şehrini andıran (bu yıl Arap turistler heryerde), kalabalık ve aşırı binalaşmış manzara karşısında yaşadığımız hayalkırıklığı ile hemen ayrılırdık. Sabahı sabah edip kahvaltıdan sonra hemen gaza bastık zaten.
Sümela Manastırı... Arabayla çıkılan yol harbiden zor, yaya yolu ise düşündüğümden kolaydı. Çok kalabalıktı yine. Ama manastır yapısı güzeldi.
Ordu'ya geçelim mi geçmeyelim mi derken, Perşembe'ye kadar gittik. Çaka Plajı'nda akşamüzeri dalgalı denize girmek çok güzel oldu. Otel Dedeevi çok rahat ve resepsiyonisti çok kibar bir amcaydı. Sahilde istavrit ve güzel bir dondurma yedim. Sabah şehir içindeki teleferikle Boztepe'ye çıktık. Keyifliydi. Manzarası çok hoştu. Teleferikte Yalovalı çiftle tanışıp bir kez daha "dünya küçük" dedik.
Trabzon'u Boztepe, Ayasofya ve Atatürk Köşkü ziyaretleri ve bir şehir turuyla gezmiş farz ettik. Akçaabat Öğretmenevinde konaklamayı planlamıştık ve gittik. Denize gittik fakat cüzdanları otelde unutmuş olmanın sıkıntısıyla denizden de umduğumuzu bulamadık ve kısa süre sonra döndük. Cüzdanlarımızı unuttuğumuzu fark ettiğimizde "Canınız sağolsun. Bugün sizin başınıza gelir, yarın bizim. Buyrun bizim ikramımız olsun." diyerek gayet içten davranan ve giriş ücretini, şezlong şemsiye parasını almadan kabul eden plaj işletmecilerine teşekkür ederiz bir kez daha.
Akçaabat'ta elbette köfte yedik. Aman aman bir güzelliği olmasa da lezzetliydi. En önemlisi çok bol ve ucuzdu. Önden turşu kaburması, karpuz ve baklava ikram edip sonra 22 adet köfteyi getirdiler. Hesap da 38 TL gibi bir rakam. İstanbul'dan sonra bedava gibi geldi bize.
Akçaabat Öğretmenevi çalışanı Yalova'dan aldığım kartı görünce kardeşinin orda yaşadığını, kendisinin de gelip çok sevdiğini vs. anlattı. Ertesi gün bir gece daha kalabileceğimizi, iptaller olduğunu söyledi fakat uçakta yerimiz hazırdı.
5 günde 1400 küsur km. yaparak, oksijen çarpmasıyla döndük İstanbul sıcağına. Oysa Ayder'de mont giymiştim. Fakat taa Decatlon' a giderek aldığım yağmurlukları çantadan çıkarmadan geldik ya ona biraz yanarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder