20 Ekim 2008 Pazartesi

DİLLER

Geçtiğimiz haftalarda, altı gün boyunca, dört farklı ülkeden gelen konuklarımızla birlikte zaman geçirdik. Çoğu keyifli, bir kısmı gergin ve az da olsa sıkıcı dilimlerden oluşuyordu bu zaman.

Farklı gözlemlerde bulunma şansım oldu bu birliktelik esnasında; yolculuklarda olsun, yemeklerde ve toplantılarda olsun. Ancak bir şey var ki en çok üzerinde düşündüğüm bu oldu sonrasında da: Diller...

Bazen çok basit gibi görünen bir bilgiyi veya öylece kabul edip fazla sorgulamadığım(ız) durumları zihinsel büyütecimle şöyle bir incelediğimde şaşkınlık içersinde kalırım. Bu konu da bir örnek teşkil etti bu duruma.

Ortak dil elbette İngilizce idi ama gruplar doğal olarak kendi aralarında ana dilleri ile konuşmaktaydı. Yanımızda iki insan akıcı ve hararetli konuşmalar yaparken tek kelime anlamamak, neden söz etttikleri konusunda tahminde dahi bulunamamak çok tuhaf geldi bir ara. Halâ da düşününce öyle geliyor. Bir kelimeyi sesli olarak sürekli tekrarladığımızda anlamsız gelmesi gibi.(bunu herkes denemiş midir acaba? merak ettim cidden)

İki insandan çoğalıp yeryüzünü saran milyarlarca insan kitlelere ayrılmış ve diğerleriyle sesleri, yazısı, yapısı, her şeyiyle bambaşka diller konuşup yazıyor. Bir araya geldiklerinde hiç bir şey anlamayabiliyorlar. Yazı denen sembolleri hiç bir anlam ifade etmiyor birbirleri için.

Yeryüzünde 6500 civarında dil kullanılıyormuş! Bilmem, bence oldukça ilginç. (sizin için de ilginç olsun lütfen, en azından okuduktan sonra :-))

13 Ekim 2008 Pazartesi

OLYMPOOOS


Uzunca bir tatilin başından kendimiz için kırptığımız 3 günü, sürpriz bir şekilde alınmayan biletler sayesinde Olympos' da geçirme şansına kavuştuk. Demek ki gitmeliydik, belki bizi bekleyen bir şeyler vardı oralarda.


Sabah uyanıp 11 nolu minik ahşap evimizin kapısını açar açmaz bizi karşılayan portakal ağacı, henüz rengine ulaşamamış halde dallarda bekleyen güzelim portakallar, ağaç dallarına asılan havlular, yeşil yapraklar arasında kıpkırmızı, bazısı çatlamış narlar, akşamları ateşin başında kupayla -kimine göre öğretmen bardağı!- içilen çaylar, ısındıkça oturağın geriye çekilmesi...

Akşam çalan kampana ile yemek sırasına girmek, yemekten sonra tavla oynamak, tavla vesilesiyle tanışmak, paylaşmak karanlığa tutulan telefon ışığını, bazen bir dizi beş dakikalığına... Sahile inerken "su" alıp gelmesi birinin :-)


Çardakta, hamakta, ılık ılık saran sularda yüzünü tarihe ve doğaya dönerek keyif yapmak...

Geride kalanlara bırakılan ufak hatıralarla gitmeler, omza konan minik kelebek öpücüğü...

Yaban ellerin yabancı durmaması, yadırgamamak... kısacık zamanda alışmak ve özlemek bir nevî, gözlerin araması, dilin anması gidenleri...


Hepsi, her şey çok keyifliydi. İyi ki gittik. Tekrar buluşmak dileğiyle Olympos-da-.