26 Temmuz 2017 Çarşamba

PRAG GEZİ NOTLARI



Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba. Ara uzayınca onu mu yazsam, bunu mu yazsam derken ve konu beğenemezken  hiçbir şey yazmadan geçti zaman.

Son yıllardaki en keyif aldığım gezilerden biri ile şeytanın bacağını kırmaya karar verdim, gecenin 1:25'inde ve epeyce de uykuluyken. Çünkü biliyorum ki, şimdi yapmazsam yine yapmayacağım.

Prag. Ne güzeldin be Prag, Praha!

Yeşil kubbeli güzel binaları, adım başı karşınıza çıkan müzeleriyle renkli bir tarih kitabı gibi; Vltava nehri ve güzelim  köprüleri ile tablo gibi; capcanlı, hareketli, müzik dolu meydanlarıyla hayat gibi; onca insana karşın sessiz ve huzur dolu yemyeşil kocaman parkıyla başka bir dünya gibi, ne tarafa dönsen sanat, heykel, resim, galerileri ile güzel sanatlar fakültesi gibi, son kertede şiir gibi, masal gibi şehir. 

Sabah otelden çıkıp gece dönecek kadar (5 yaşında çocukla) gez gez bitmeyen, gezmelere doyulamayan bir şehir aynı zamanda. Irmak olmasa biraz dinlenip gecelere akmak, Jazz kulüplerinde harika müzikler dinlemek ve her akşam meydandaki görkemli binada verilen klasik müzik konserleri, müzikallere gitmek vardı ama...

 Şansımıza iki gün yağmurlu göstermesine karşın çok da yağmur görmedik sayılır. Toplamda bir saat yağmurluk giymemişizdir. Hava çok iyiydi, sıcaktı genel olarak (21-24 Temmuz).

Şehrin Old Town denilen bölgesinde arkadaşım Gamze'nin birkaç ay önce kalıp önerdiği Otel Salvator'da konakladık. Konumu gerçekten çok iyiydi. Metro istasyonuna (biz havalimanından gelirken kullandık yalnızca) yakın olması, etrafında büyük market bulunması ve gezilecek yerlere hep yürüme mesafesinde olması çok iyi oldu. Odaları da gayet iyiydi. Sadece kahvaltı ekstra ve pek bizi memnun edecek bir kahvaltı olduğunu söyleyemem ama biz yine de otelde yaptık (Yetişkin8€, çocuk 4€).


Otel Salvator
Otel Salvator
İlk gün akşama doğru vardığımızdan yalnızca   ana arterlerde turladık. Astronomik Saat zaten yol üstüydü ama bir tadilat vardı. Şehrin meşhur simgelerinden Charles Köprüsü'nü (Karlov Most) geçtik. Hava kararmak üzereyken tekne turuna katıldık. Işıkların yanmasıyla ayrı bir güzellik ortaya çıktı. 


İkinci günün hedefleri Nazım Hikmet'in zaman geçirmeyi sevdiği Slavia Kafe (Kavarna Slavia) ve Kafka Müzesi idi. Sabah önce otobüsle şehir turu yaptık. Aslında bunu bu tür gezilerde, ilk gittiğinde yapmalı bence. Neyin nerde olduğu biraz insanın kafasında oturuyor.  Kale ve kafeyi bu turda yerleştirdik kafamıza. Slavia Kafe'de kahvemizi içerken Nazım'a ait fotoğrafı aradı gözlerimiz ama göremedik. Gökhan genç garson kıza Nazım Hikmet'ten söz edip fotoğrafı sormuş ve ondan şairi tanımadığı,Türkiye'ye dair bildiği tek şeyin ayran olduğu yanıtını almış :)) Sağ olsun internet ve instagram. Ben yer etiketlerinden bakıp  birkaç  gönderi buldum  ustanın duvardaki fotoğrafıyla çekilmiş. Sonra da fotoğrafı bulduk. Eh biz de yapmadan bırakamazdık tabii. Bu arada Irmak burada -da- dondurma yedi. Tadına ben de baktım. Çok çok güzeldi.

 Köprüden geçip (bir başka köprünün ayağında bu kafe) karşıda nehir kenarındaki parkta zaman geçirdik, ayaklarımızı suya sokup şahane manzaraya karşı oturduk. Irmak bu bölümde pek mutlu oldu tabii.
 Semerkant Restorant gözümüze ilişti, yemekler biraz daha bize uygundur diyerek öğle yemeğini orada yedik.İsabetli bir seçim oldu. Özbek pilavı, mantı(bizimkinden farklı) ve çorba güzeldi. Garson da Umut adlı bir Laz çıktı :) Kafa Müzesi'nin bizim tarafta olduğunu beyan eden Gökhan, dönüşte uğrayacağımızı söylediği müzeyi navigasyona rağmen bulamadı. Yani bulamadık diyeyim, ben de baktım ama yok, anlamadık ☺Sorduğumuz bir iki kişi de yanlış yönlendirdi ve yorgunluktan bitmiş halde kendimizi Kafka Kafe'de bulduk. Suratsız bir garsona sırf yorgunluktan katlanarak bir çay, kahve içtik. Buranın bir esprisi yok bence.
         
 Prag gezisi klasiklerinden Orta Çağ Gecesi şovunun yapıldığı mekanı yine Gamze'nin tarifi üzerine bulup şöyle bir baktık. O kadar karanlık ve kasvetli bir yerdi ki, on dakikada bunaldım. Orada akşam bir iki saat oturup yemek yeme fikri pek cazip gelmedi. Dedim hem Orta Çağ çok da hoş bir dönem değil, n'apıcaz yaşayıp. Bu klasiği oy birliği ile es geçmeye karar verdik :)

Letna Park yolundan kaleye giden yolu tırmandık. Bu parktan kaleye çıkma önerisini gitmeden önceki araştırmalardan okumuştum. Park cidden çok güzel. Irmak çocuklar için konulmuş denge tahtası vb. araçlarda keyifli zaman geçirdi. Ben azıcık yogamsı yaptım.
Bu arada adını şair Pablo Neruda'dan alan Nerudova Caddesi'nden de geçtik. Hava çok sıcaktı ve Irmak pusette uyumuştu. (Evet hâlâ kullanıyoruz. Bir çocuğun o kadar yürümesi pek mümkün değil zaten.)Kale meydanına çıkmak içinse uzunca merdivenli bir yol vardı. Gökhan aşağıda bira içip beklerken ben çıktım, manzaraya baktım. Şöyle bir turlayıp geri indim. Aslında burda da güzel bir katedral varmış. Gördüğüm  uzunca kuyruk muhtemelen onun içindi fakat o sırada beklemek ve gezmek pek mümkün değildi.

Kafka Müzesi'ni ertesi gün bulup dolaştık. Orası da çok karanlık ve kasvetli bir ortamdı. Çok da keyif aldığımı söyleyemeyeceğim. Ben Barış Manço Müzesi gibi yaşadığı ev haliyle görmeyi umut etmiştim ama tamamen modern müze tipiydi. 


Burdan yakın olan (Charles Köprüsü'nün solunda) John Lennon duvarını görmeye gittik. Oldukça kalabalıktı. Her yıl Lennon'un ölüm yıl dönümünde insanlar bu duvara bir şeyler yazıp çiziyor, boyuyormuş. Bu arada duvara giderken girdiğim bir seramik mağazası, hepsini almak istediğim şahane işlerle doluydu. 

Akşam üzeri Irmak'ın yoğun ısrarıyla nehirde deniz bisikleti kiralayıp bir tur da onunla yaptık. Kuğu biçiminde olanlara binemediğimiz için biraz bozuk çaldı kendileri başta.

Son gün bir arkadaşımızın önerdiği ressam Alfred Mucha 'nın müzesine gittik. O da otele on dakika mesafedeydi. Gökhan İşkence Müzesini merak edip gitti, çok küçük ve vasat buldu. Ne tarafa baksan manzara, mimari çok güzel. Her köşede bir müze, galeri vb. bir şey var. Gerçekten bakmakla, gezmekle doyulmayan bir şehir.



Yine çok uzattım galiba :) Toparlayalım artık. Çek vatandaşı pek görmedik sanırım, o kadar çok turist vardı ki. Yeme içme konusunda söyleyeceklerim: Ördek eti yedi Gökhan, ben de tattım ve gayet lezzetliydi. Yerel tatlıları trdelnik adım başı var, ben sevdim. Dondurmalar da oldukça güzeldi. Ama örneğin Irmak'a bir domates çorbası içirelim dedik, ben kendime de istedim. Çok değişikti, tatlı gibiydi. Irmak yüzünü buruşturarak zar zor yarısını içti, ben de yarım bıraktım. Tavuğun yanında gelen domateslerde de tatlımsı bir tat vardı bunu anlamadık domatesten midir, nedir. Bira çeşidi bol malûm, dene deneyebildiğin kadar. Yerel içkileri çok ucuzdu, marketten bir şişe aldık ama henüz tatmadık.

Para olarak Çek Kronu kullanma eğilimi yüksek. Para değiştirirken komisyon almadıklarından emin olmak lazım. Bir kez Gökhan bu hataya düştü ve çok sinirlendi haklı olarak. %30 komisyon aldılar. Neyse ki küçük miktardı, önemli bir kayıp olmadı. Bir de su fiyatı çok değişken. Yarım litrelik suyu 80 krona aldığımız da oldu, 1 litreliği 65 krona aldımız da. Büyük marketler bu konuda daha iyi.

Biz ailecek bu şehri çok sevdik. Irmak otelde başladı gitmek istemiyorum diye, uçakta on dakika ciddi ciddi, boncuk boncuk ağladı. Ben Prag'da biraz daha kalmak istiyorum, gitmeyelim diye göz yaşı döktü kuzum. Çocuk medeniyetten anlıyor :) Gerçekten insan tarihine bu kadar önem veren, insanların rahat, mutlu, özgür yaşadığı, kültürü zengin, doğası güzel ve özenle korunan yerlerde kendi ülkesi ve insanı için dertleniyor. 

Cennet diye not aldığım Karlovy Vary için, Kutna Hora için, muhakkak eksik kalan şeyler için tekrar gidebilsek keşke.