23 Aralık 2010 Perşembe

kaza

     Okulda son saatler biraz gerildimse de dışarı çıktığımda güneşli, ılık hava keyfimi yerime getirmişti. Ninesiyle kaldırımda duran dünya tatlısı, beyaz peluş kabanlı, adının Zeynep olduğunu söyleyen kız çocuğu, görür görmez enerjimi yükseltmiş, güzel yanağına kondurduğum öpücük günün hediyesi gibi olmuştu.

     Öğleden sonra bu defa sağdan vuran baş ağrısı, okuduğum bir haberle şiddetini arttırdı: Daha geçen hafta dans pistinde salınan güzel, gencecik bir kız ve erkek arkadaşı feci şekilde can vermiş. Motosiklet kazası! Herşey berbat, anlamsız, bomboş geliverdi işte o andan sonra.

     Mini kot eteği, şık botları ve düzgün fiziği ile gözümün önünde akşamdan beri Fatma. Adını ölüm haberiyle öğrenmek ne tuhaf. Genç ölümler ne acı Tanrım!

     Oysa yarın gece yine dans edecekti maskeli Latin balosunda. Belki maske de almıştı kendisine gezmeye gidip dönemedikleri Bursa'dan. Öğrencilerine yazılılarını açıklayacaktı önümüzdeki günlerde muhtemelen. Üç aylık öğretmenimin, üç yıl sonrası için ne planları vardı kim bilir. Daha tango da öğrenecekti belki, ya da bir kitap yazacaktı, İtalyanca öğrenecekti, araba alacaktı...

     Ne diyeyim bilmem ki. Hatrımda hep mini kot eteğinle kalacaksın güzel kız. Nur içinde yatasın.

19 Aralık 2010 Pazar

kar topu

     Karla kaplıydı sokak ve otobüsümün hareket saatine otuz beş dakika vardı henüz. Alt geçitten geçerek yedi sekiz dakikada ulaşabileceğim için biraz kar keyfi yapayım dedim. Telefonumu çıkarıp bir arkadaşımla konuştum, cebime koydum. Sonra sokakta arabaların üstünde birikmiş karları ellemeye başladım ki, iki erkek çocuk kartopu oynayarak geldi yakınıma. Aldığım karı hafifçe sıkıp attım birine. O da bana karşılık verdi. Derken ben ona o bana.. sonra onlar bana bi' güzel seri fırlatmalara başladılar. Hınzırlar, sırtımda koca çanta, eldivensiz elim, bir de kartopu yapmaktaki yeteneksizliğim gibi bileşenlerin de yardımıyla beni bir güzel karla kapladılar koşup kaçmaya yeltensem de, "pes" etsem de...

     En son alt geçide doğru hızla koşarken arkamı döndüm baktım vazgeçmişlerdi nihayet. Merdivenlerden inerken elimi montun cebine attım ki cep telefonum yok. Önce sakindim. Sürekli koyduğumu sandığımdan farklı yerden çıkar çünkü. Cepler tek tek, çanta gözleri dikkatle ve her yer ikinci kez arandı fakat yok! Kartopu macerasının beni otobüsün kalkmasına kısa süre kala can sıkıcı bir kayba uğrattığını düşünerek hızla geri dönüp az önce koştuğum kaldırımda yerleri, karşıya geçtiğim noktayı tespit etmeye çalışarak aradım. Telefon yok ve benim aklımdan bin düşünce geçiyor: Şimdi içinde bir dolu özel mesaj, telefon numaraları, yola çıkıyorum kimse bana ulaşamayacak, ben kimseye ulaşamayacağım. Hattı iptal etmek için yapılması gerekenler vs. vs. Of! Kahrolası! Sırası mıydı şimdi? Sonra bir apartmanın bahçesinde az önceki oyun arkadaşlarımı gördüm karları yuvarlarken. "Çocuklar, ben telefonumu kaybettim gördünüz mü?" Görmediklerini söylediler ama hemen "arayalım!" dediler. Ne tatlı şu çocuklar. "Çok sevinirim, çünkü otobüse geç kalıcam" dedim ve başladık birlikte yerlere bakmaya. İki dakika geçmeden biri "buldum!" diyerek eğildiği yerden, bir arabayla kaldırımın arasında karların üstünden aldı, getirdi. Ne sevinç! Ne tatlı bir duygu. Öptüm kızarmış yanağından, teşekkür ettim, "kar topu savaşında mahvettiniz ama çok da sevindirdiniz beni" diyerek, çocuklar gibi şen ve heyecanlı ayrıldım başkentten.

bir hastane deneyimi sonrası

trafik kazası, merdivenden düşme, sinir sıkışması, fıtığın patlaması gibi bir çok nedenle fiziksel güç ve yeterliklerini kısmen yitirmiş insanlarla dolu bir hastane. çocuğu, genci, yaşlısı, kimi anne, kimi kayınvalide, kimi koca... ortak yanları hayatlarında bir kırılmanın yaşanması ve onu yeniden onarıp devam etme çabasında olmaları.

hayatında belli ki ilk kez giydiği cırt cırtlı spor ayakkabılarıyla yeniden ayakta durabilmek için ter döken hacı dedeler, ayağını iki santimetrelik engelin üstünden atmaya çalışanlar, konuşmayı öğrettiği çocuğundan şimdi konuşabilmek için destek alanlar, otuzundan sonra tekrar annesinin kollarının yardımıyla kalkıp oturan genç adamlar, ayaklarını kıpırdatamadan yattığı yataktan kocasının ne yaptığını öğrenmeye çalışanlar ve daha bir yığın değişik öykü, durum, hazin kesitler...

kadın hastalara da kadınlar bakıyor, refakat ediyor, erkek hastaların yüzde doksanına da. ah kadınlar. hayatın yükü, sancıları hep omuzlarında gezen gizli, sessiz kahramanlar.

canımız durduk yere sıkılınca, kaba tabirle 'rahat battığında' gidip hastanelerde biraz zaman geçirelim, insanları dinleyelim diyorum. dışarıya çıkınca her şey çok daha kıymetli olacaktır, farkında bile olmadan attığımız adımların ne büyük bir özgürlük olduğunu fark ettirecektir.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Hakkari'de Bir Mevsim

Tez konum için her gün bir film izlemeye çalışıyorum bu ara. Bu akşam da alana kadar hiç duymadığım bir filmi "Hakkari'de Bir Mevsim"i izledim. 1983 yapımı, Erden Kıral'a ait çok iyi bir seyirlikti.

Bu kadar zor ve çetin koşullarda olmasa da yaşadığım halde, insan rahatlığa ve güzel yerlere kolayca alışıp çabucak unutabiliyor o yerleri, o yaşamları görüyorum ki. Unutmak demeyelim de az anımsamak diyelim, anımsayınca da hafifletilmiş dozda yaşamak diye tarif edelim.

Genco Erkal'ın canlandırdığı öğretmenin edebi gücü de yüksektir ve yazdıklarını iç sesi olarak duyarız filmde sıkça. Öyle güzel, öyle dokunaklı ki o konuşmalar. Hele de öğrencilerine hitaben yaptığı "yavrularım" diye başlayan konuşma! Şurdan izleyebilirsiniz:
http://www.dailymotion.com/video/xa7e0w_hakkari-de-bir-mevsim-butun-oyretti_shortfilms

Filmi her öğretmen izlemeli. Her fırsatta öğretmenlerin rahatlığından dem vurup duranlar da izlemeli hatta.

Bu dezavantajlı coğrafyalarda yaşayan tüm insanlara ama en çok kadınlara, öğretmen ve varsa hemşire/doktor/ebe gibi diğer çalışanlara Tanrı'dan sabır ve dayanıklılık diliyorum.