3 Temmuz 2009 Cuma

Polonya Seyahati




Macera 22 haziran sabahı beş dakika ile feribotu kaçırmamızla başladı. Hayatımda belki de -büyük olasılıkla-ilk kez erken gidip bekleyen kişi olmam işe yaramadı.

Karayolundan her türlü cambazlığı yaparak yetişme çabamız da İstanbul trafiği sayesinde sonuçsuz kalınca "uçağı kaçıran yolcular" olduk mu, olduk. Yüksek gerilim ve sıkıntı ile başlayan daha doğrusu başlayamayan yolculuk 23 haziran akşamına ertelenmiş oldu.

Aklım başımda iken ilk kez bu yaşımda bindiğim uçak çok keyifli geldi. Havalanma, yükselme, bulutların arasında ilerleme durumu mucize gibi ve şahane bir duygu.

İki buçuk saat sonra Varşova' ya inerken aşağıdaki göz alabildiğine yeşillik inanılır gibi değildi. Lublin' de gezerken bu kuşbakışı manzarayı yerde bizzat görüp "hmmm" dedim.

Varşova havalimanı terminal2 de 175 nolu otobüsü beklerken tanıştığımız Avustralyalı arkadaş tren garında inmemizi sağlayıp bir güzel tren biletlerimizi de Lehçe' sini kullanarak aldı sağolsun. Yoksa o öfkeli ve asık suratlı memure ile İngilizce anlaşmaya çalışmak ne sancılı olurdu benim için kimbilir.

İki saat on beş dakikalık tren yolculuğu ile vardığımız Lublin' den taksi ile otelimize varmamız gecenin bir buçuğunu, ailelerin orda çocukları almak üzere beklemiyor olmaları nedeniyle uyumamız iki buçuğu buldu. Koca valizleri yorgunluktan bitap halde sürüklerken hiç umursamayan resepsiyonist genci kınıyorum burdan. Sorunu çözmek için elinden geleni yapan ve çözen, çok şükür ki İngilizce de bilen garson Pietr' a ise tekrar gıyabında teşekkür ediyorum.

İlk gün sıkıcı gibiydi geziler. Gruplar kendi içinde takıldı gün boyu nerdeyse. Polonya grubunun tercümanlarından Peter ile güzel bir sohbet fırsatı bulduk yollarda. Zavallı, rehberin verdiği gereksiz bilgileri çevirirken utanıyor ve adeta özür diliyordu. Bir süre sonra tüm grup durumu fark etti ve çeviri anlarında genelde göz göze gelip gülünmesi eğlenceliydi.

Akşam yemeği tam katılımlı ve çok güzeldi. Yediğim tavuk şahaneydi. Magda ve Betty' nin çantalarında getirdiği votka şişesi ile masanın altından içki servisi gece boyu sürdü. Macarlar da pet şişede kendi içkilerini getirmeyi ihmal etmemişler elbette. Ben de tatmayı ihmal etmedim. Sertti!

-Çok mu ayrıntıya giriyorum acaba yine? Ama unutmak istemiyorum biraz da o yüzden yazıyorum.-

İkinci günde uzun uzun yolar gittik geldik, yemyeşil manzaralar izleyerek. Bir kralın adını taşıyan tarihi bir kasaba ve Polonya' nın en büyük nehri gezi kapsamında idi. Hediyelik eşya işinde zorlandık oldukça. Hiç albenisi olan bir şey yok desem abartmış olmam.

Sıkı bir yağmur yağdı burda ve biz o yağmurda dondurma yiyorduk çocuklarla :)

Akşam okulda verilen yemek çok zengin bir mönüden oluşuyordu. Tabii biz elemeler yaparak bir kısmını yiyebildik. Bir yemek bana çok aşina idi ve sürpriz oldu. Geleneksel bir Çerkes yemeğinin aynısı, bir tür mantı. Yemek boyunca kadehler kaldırıldı bol bol içildi. Bizim öğrenciler Emre ve Damla' nın öğrendikleri iki Polonya Halk şarkısı geceye damgasını vurdu. Polonyalı müdür inanılmaz memnun oldu ve tebrik etti. Gecenin sonunda patlamak üzere bir mide ile otele gittik Dorota, Anetta ve diğer kızlarla. Onlar alkole devam etti. Bu kadar sıvıyı nasıl tüketebildiklerini hiç anlayamadım. Onlar da benim çok yediğim için içmememi anlayamadılar. "Çok yemiş olabilirsin ama çok içmedin" dediler ısrarla ama bir yudum bile gidecek yer yoktu bende o yüzden kulak asmadım.

Böyle olmayacak sanırım bu yazı, çok uzayacak. Özetleyerek gideyim. Dorota ve Anetta' nın ilgisi çok etkileyici idi. Bizi nasıl memnun edeceklerini şaşırdılar. Otelden arabayla alıp bıraktılar üç gün boyunca. Hatta geleceğimiz sabah tüm ısrarımıza rağmen sabahın 6.30' unda kalkıp geldiler ve bizi trene bindirdiler. Yalova gezisinin onların hayatı için bir tür dönüm noktası olduğunu bu kez Anetta' dan da duydum. Artık fazla sayıda Türk arkadaşları var internet sayesinde.

Okul/iş ortamında çok ciddi ve resmiler. Sanki gece ve gündüz iki farklı insan gibiler.

Yakışıklı erkek yok denecek kadar az. Yalova' da her köşe başında bir yakışıklı gördüklerini söylüyorlar :) Güzel hatunlar var ama o da beklediğim kadar dikkat çekici nitelik ve nicelikte değildi.

Güzel anekdotlardan biri: Dorota' nın annesi komünizm döneminde, gençken yapay bir gölün yapımında çalışmış. İki yıldır oturdukları şirin, bahçeli evleri o gölün kıyısında. Zaman zaman komünizmi özlediklerini ifade ettiler sorum üzerine.

Lublin havalimanında tanıştığımız yer hostesinin Türk ve müslüman olduğumuzu öğrenmesi üzerine kendisinin de üniversitede müslüman olduğunu söylemesi ve cebinde taşıdığı tesbihi göstermesi etkileyici idi. Bize din kardeşliği ayrıcalığı gösterip en az 40 dakikalık bir sıradan kurtarması da pek güzel oldu. O da Allah'a emanet olsun :)

Dönüşte Polonya Lot Havayolları' nın bavulları hasarlı olarak iade etmesi canımızı epey sıktı. Şikayet etmek için bir girişimde bulundumsa da kayıp bagajlarının derdine düşmüş insanların kalabalığı ve "en azından kaybolmadı, yine şanslıyım" tesellisi ile sonuçsuz kaldı bu girişim. Freeshopta şapşal gibi gözüme pıstlattığım parfümle adeta canıma okudum ve ızdırap dolu kırk beş dakika geçirdim. Bu halde parfüm ve içki almak da kolay olmadı haliyle :)

Neyse işte sağ salim geldik. Bir hafta boyunca telefonun kullanım dışı olması ve benim duyup duymama sorunu yaşamamam, hazır bir plana dahil olma rahatlığı bitti. Ama kendi dilimizin konuşulduğu yere dönmek de azımsanmayacak bir rahatlık gerçekten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder