1990, benim ortaokuldan mezun olduğum yıl. O zamanlar ilkokul, ortaokul ve liseden oluşurdu eğitim kademeleri. Kurtuluş Ortaokulu’nda sessiz sakin, kendi halinde, derslerde başarılı, bol kitap okuyan bir kızım. Can dostum İlknur’la her gün bir buçuk kilometre kadar uzaktaki okula yürüyerek gidip geliyoruz. Servise binen yalnızca koleje giden bir kaç çocuk var mahalleden. Ki bunlardan birine de İlknur’la birlikte platonik aşığız. Her sabah görmek için can atıyoruz, ayarlamalar yapıyoruz.
Kumbaraya attığım bayram, karne ve sair bilumum harçlıklarımdan zar zor biriktirdiğim parayla (90bin liraydı sanırım) tekerlekli paten almışım. Benden kısa bir süre sonra da İlknur aldı. Ayakta patenler, soğukmuş ayazmış dinlemeden, kabanlarla paten kayıyoruz. Akşam ‘servis’in gelmesini bekliyoruz. Televizyonda dans dizisi Şöhret, buz pateni şampiyonaları hiç kaçırmadan izlediklerim. -Sonraları Şehnaz Tango, ne güzel diziydi.- Rüyâlarımda sürekli patenle ilgili bir şeyler görüp sabah kalkınca evdekilere anlatıyorum. Artık benden “paten” lafı duymaktan gına gelmiş durumda onlara. Evde tipik ergen- ebeveyn çatışmaları başlıyor bu dönem. Annem her kızdığında beni, İmam Hatip Lisesi’ne göndermekle tehdit ediyor. Ödüm kopuyor gerçek olmasından.
Neyse Kurtuluş Lisesi’nde devam ediyoruz öğrenim hayatımıza. Kredili sistem denen bir uygulamanın denekleriyiz. Seçmeli dersler, dersler arası boşluklar hoşumuza gidiyor ama bu boş saatleri okul dışında (kafeler ve Kurtuluş Parkı) geçiren öğrencilerden özdenetimi biraz eksik olanlar, zaten okumaya çok da meyilli olmayanlar için çok da iyi sonuçlar ortaya çıkmıyor. Benim liseyi iki buçuk yılda bitirip bir dönem de evde düşük dozda da olsa ÖSS’ye hazırlanmama fırsat vermesi çok avantajlı olmuştur yalnız. Benden 7 yaş büyük ablamdan kalan hazırlık kitabından, komşulara çay yapıp servis etme görevinden arta kalan zamanda, biraz soru çözmeseydim belki 14. ve son tercihim olan bölümü de kazanamayabilirdim. Bir de biz, şimdi çok saçma gelen bir biçimde, puanlarımızı bilmeden, sınava girerken tercih yapan bir nesiliz, heyhat.
New Kids On The Block grubunun ülkemiz genç kızları arasındaki popülerliği akıl almaz boyutta o yıllar. Posterleri, resimleri, dergilerde onlara ayrılan sayfalar... Mektup arkadaşım Esra, grup üyelerinden birinin soyadını adına ekliyor, ben başka bir üyeninkini kendi adıma. Herkesin favori üyesi de farklı. Mektup arkadaşı demişken bu yıllara dair en renkli anım dönemin gençlik dergisi Güneş Gençlik’in mektup arkadaşlığı bölümüne yazdığımız (tabii ki İlknur’la) gönderilerden birinin biz dergiyi almayı bile bıraktığımız uzunca bir süre sonra yayınlanması ve akabinde gelişen olaylardır. Bir gün şimdi rahmetli olan mahalle postacımız 90, evet doksan kadar mektup getirdiğinde şaşkınlıktan bayılacaktım. Hemen İlknur’a koştum elimdeki poşetle. Bir süre sonra artık geldiği yer, zarftaki yazı elemek için yetmeye başladı. Yetmiş, altmış üç.. derken bu mektuplar yıllarca gelmeye devam etti. İçlerinden yalnızca biriyle uzun yıllar yazıştık: İstanbul’dan Tolga. Güzeldi.
90’larımın en keyifli etkinliği Ankara Kafkas Derneği’nin halk dansları grubu çalışmaları ve şehir dışı turnelerdi sanırım. Yaklaşık doksan-yüz kişilik, çoğu Ankara’daki üniversitelerde okuyan genç bir grup, birlikte dans edip gülüp eğlendik, şehirler gezdik otobüslerle.
Fakültenin konferans salonunda yapılan geniş katılımlı bir sempozyumda ilk defa “internet”, “kızılötesi ışınlar” gibi şeyler duyduğumu anımsıyorum. Her şeyin ne kadar hızla ilerlediğine bir örnek... ve benim yaşlandığıma, ne yazık ki. Üniversiteden arkadaşlarımla hep mektuplaştık biz o yıllarda. Jetonlu telefonla, bazen postanelerden haberleştik. Cep telefonuna 90'lar bitmek üzereyken bulaştım ben, özellikle biraz uzak durduktan sonra.
Benim 90’larım, çok sevdiğim babamın aramızdan ayrılması, hiç istemeyerek öğretmenliğe atanıp yirmi bir yaşımda, karşısı pamuk tarlası olan bir köy okulunda çalışmaya başlamamla bitti. 2000'li yıllara alışmak, telaffuz etmek ve tarih atmak bana hep zor geldi.
*90'lar Kitabı'ndan esinle yazıldı bu yazı.
Senin doksanların, büyük ölçüde benim de doksanlarım (evet ilknur:)) Fehmi'nin peşinden, aslında belki de, o yaşın gereği olarak, bir "peş" bulma gerekliliğinden, kar-kış demeden tekerlek üzerinde tüketilen günler. Benim, patende senin kadar başarı gösteremememden mütevellit, bisiklete evrilen tekerlek merakım (tam da dün senin ayağında patenler,benim yanımda bisikletim olan fotoya bakmışken). Bir de merak ve heyecanla beklediğimiz müzik programları, ne kadar az ve kıymetlilerdi, başladığında sevinirdik ikimiz:)Kimler vardı hatırlayalım bakalım, ilk aklıma gelen isim Aşkın Nur Yengi oluyor. Bu arada, onlarsız yaşamın çok yavan olacağını düşündüğümüz walkmanlerimizi de sevgiyle yadedelim:) Harun Kolçak ve tabiki Sezen Aksu... Seninle hayatıma giren Eric Clapton ve ikinci ortak aşk New Kids, step by step, huu baby, gonna get to you giiirrlll:)))Senin en kısa sürede liseyi bitirmene sebep olan kredili sistemin bana pahalıya maloluşu, tam 9 dönem! neyseki hayatı da seni de yakaladım sonrasında. Burada senin, o pamuk tarlasına bakarak bana yazdığın mektupların hakkı ödenemez. Şimdi ise beni alıp götürdüğün 90'lardan hızla bugüne çağıran bir çığlık:)) Seni seviyoruz teyzecik.
YanıtlaSilCanım İlknurum, ne güzel ekleme olmuş bu satırlar. Evet 90'lar ortak tarihimizin en yoğun dönemi ve her şeyiyle çok güzel, özel gerçekten. Daha nice ayrıntı ve unsur var ama hepsini bir eksende toplamak zormuş hakikaten; yazarken fark ettim. Daha nice yazı çıkar bu anılardan. Kesik ve üstü yazılı kotlarımız, senin de sahip olduğun, benim hiç giy(e)mediğim streç kotlar da şu an aklıma gelenlerden :) Ben de seni ve sana dair her şeyi seviyor ve sevgiyle kucaklıyorum.
YanıtlaSil