4 Mart 2009 Çarşamba

DANS...DANS...DANS...



Son beş aydır hayatımdaki en güzel renkten söz etmek istiyorum nicedir. Ancak elim değdi :)

Çocukluğumdan beri çok sevdiğim, yapmayı arzu ettiğim, televizyonda rastladığımda ekrana kilitlenip dış uyaranlara kendimi kapattığım o estetik eylem, sanat.. Buz dansı olsun, bale, tango ve zamanla ortaya çıkıp gelişen modern dans olsun hepsi benim için inanılmaz heyecan vericiydi oldum olası. Yıllarca hemen her gece rüyâlarımda buz dansı yaptım ve aile bireylerine sabahları işkence edercesine anlattım. Erkek kardeşim artık ben cümleye başlamadan isyan eder olmuştu :) Evde müziği açıp modern dans çalışmalarım, sandalyelere ayağımı uzatarak kişisel bale eğitimimi düzenli olarak yapmamı da unutamazlar elbette.

Lise son sınıfta başlayıp dört yıl devam ettiğim Kafkas Halk Dansları ekibi benim dans konusundaki şişkinliğimi bir nebze giderdi. Hem baleye benzeyen hareketler ve çalışmalar, barındıran hem çok asil ve çeviklik gerektiren danslardı.

O yıllardan sonra yeniden hayatıma aktif olarak dansın girmesinden çok mutluyum. Dans, müziğin bedendeki yansıması, ritmin görselliği... Aşkın, tutkunun, acının, mutluluğun,inançların ifade bulduğu; yalnız yapılanı, partnerle birbirini tamamlayarak edileni, grupla senkronik biçimde hareket edilerek göz dolduranı... ne çok türü var. Dans edebilecek güce, koşullara sahip olduğum için ne kadar sevinsem ve şükretsem azdır.

Ne demiş şair: "Asla yaralı olmamışsın gibi sev.
Kimse sana bakmıyormuş gibi dans et.
Kimse dinlemiyormuş gibi şarkı söyle.
Cennet dünyadaymış gibi yaşa."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder